Blog
Arka Sokaklardan Dünya Sahnelerine: Tango’nun Tutkulu Tarihi
Tango denilince aklınıza ne geliyor? Kırmızı bir elbise, sert bakışlar, ani baş hareketleri ve melankolik bir bandoneon sesi mi? Evet, bunlar Tango’nun bugünkü vitrini. Ancak bu büyüleyici dansın perde arkasında, limanların isi, göçmenlerin yalnızlığı ve sınıf çatışmalarıyla dolu, roman gibi bir tarih yatıyor.
Tango, sadece adımları öğrenilen bir dans değildir; bir başkaldırı, bir sığınak ve en önemlisi, iki kişinin tek bir bedende buluştuğu sessiz bir sohbettir. Gelin, bu tutkunun Buenos Aires’in tozlu sokaklarından Paris’in ışıltılı salonlarına uzanan yolculuğuna birlikte çıkalım.
1. Kökenler: Göçmen Hüznünün Limanlarında Doğuş (1880’ler)
Tango’nun beşiği, 19. yüzyılın sonlarında Rio de la Plata havzasıdır; yani Arjantin’in başkenti Buenos Aires ve Uruguay’ın başkenti Montevideo’nun liman bölgeleri.
O dönemde bu şehirler, Avrupa’dan (özellikle İtalya ve İspanya’dan) “yeni bir hayat” umuduyla gelen binlerce göçmenle dolup taşıyordu. Ancak karşılaştıkları şey genellikle yoksulluk, kalabalık pansiyonlar ve ezici bir yalnızlıktı. Erkek nüfusunun kadınlardan katbekat fazla olduğu bu zorlu ortamda, insanlar duygularını ifade etmenin bir yolunu arıyordu.
Tango işte bu “eritme potasında” doğdu. Afrika kökenli kölelerin ritimleri (Candombe), Küba’nın Habanera’sı, Avrupa’nın polkası ve yerel “Gaucho” (Meksikalı kovboy) müziği olan Milonga… Hepsi liman mahallelerindeki barlarda ve genelevlerde birbirine karıştı. İlk Tango, bu karmaşık duyguların, sıla hasretinin ve varoluş sancısının dışavurumuydu.
İlginç bir not: Tango ilk başlarda, kadın azlığı nedeniyle, sokak köşelerinde pratik yapan erkeklerin birbirleriyle dans ettiği bir türdü.
2. “Ayıp” Bir Dansın Yükselişi
Tango’nun ilk yılları hiç de parlak değildi. Arjantin’in üst sınıfı ve muhafazakar kesimi, bu dansı “avam, kaba ve ahlaksız” buluyordu. Bunun iki temel nedeni vardı:
-
Mekanı: Genelevlerde ve alt sınıfın gittiği barlarda doğmuş olması.
-
Yakınlığı: O dönemin vals veya polka gibi mesafeli danslarının aksine, Tango’daki “yakın sarılış” (close embrace) ve bacakların birbirine dolanması skandal olarak görülüyordu.
Tango, uzun süre arka sokakların “yasaklı meyvesi” olarak kaldı.
3. Dönüm Noktası: Paris Çıkarması (1910’lar)
Tango’nun kaderini değiştiren olay, okyanusun diğer tarafında gerçekleşti. 20. yüzyılın başlarında Arjantinli denizciler, müzisyenler ve Avrupa’ya seyahat eden zengin ailelerin çocukları, bu dansı Paris’e taşıdı.
Paris, Tango’ya aşık oldu. Şehirde bir “Tangomania” (Tango çılgınlığı) başladı. Paris’in elit salonlarında Tango yapmak bir statü ve modernlik göstergesi haline geldi. Avrupa bu dansı onaylayınca, Arjantin’deki üst sınıfın da inadı kırıldı. “Eğer Paris’te modaysa, bizde de kabul edilebilir,” diyerek Tango’yu kendi topraklarında, lüks salonlara ve balolara davet ettiler. Tango artık “temize çıkmıştı”.
4. Altın Çağ ve Carlos Gardel Efsanesi (1930’lar – 1950’ler)
Tango’nun “Altın Çağı”, 1935 ile 1955 yılları arasına denk gelir. Bu dönemde Tango, Arjantin’in tartışmasız milli kimliği haline geldi. Büyük orkestralar kuruldu (Juan d’Arienzo, Carlos Di Sarli, Osvaldo Pugliese gibi devler).
Ve tabii ki, Carlos Gardel. O, Tango’nun Elvis Presley’iydi. Pürüzsüz sesi ve karizmasıyla, Tango’yu sadece bir dans müziği olmaktan çıkarıp, sözleri olan, dinlenen ve hissedilen bir şarkı formuna dönüştürdü. Gardel sayesinde Tango, sinema perdelerine ve tüm dünyaya ulaştı.
5. Sessizlik ve Yeniden Doğuş (Piazzolla Devrimi)
1950’lerin ortalarından itibaren Arjantin’deki siyasi istikrarsızlıklar, darbeler ve dünyayı kasıp kavuran Rock and Roll dalgası, Tango’nun popülaritesini azalttı. Gençler Tango’yu “eski moda” bulmaya başladı.
Tam bu duraklama döneminde sahneye Astor Piazzolla çıktı. Bandoneon ustası Piazzolla, klasik Tango’yu caz ve klasik müzik unsurlarıyla birleştirerek “Tango Nuevo”yu (Yeni Tango) yarattı. Gelenekselciler onu “Tango’nun katili” ilan etse de, o Tango’yu modernize ederek hayatta kalmasını sağladı.
Bugün Tango
1980’lerde “Tango Argentino” sahne şovunun dünya turnesiyle başlayan yeni bir dalga, Tango’yu bugünkü küresel fenomen haline getirdi. Bugün Tokyo’dan İstanbul’a, Berlin’den New York’a kadar her yerde milongalar (Tango geceleri) düzenleniyor.
Tango, yüz yılı aşkın süredir değişiyor, evriliyor ama o ilk günkü “hüznünü” ve “tutkusunu” asla kaybetmiyor. O hala, birbirini hiç tanımayan iki insanın, üç dakikalığına birbirine en derin sırlarını anlattığı o büyülü sarılışın adıdır.
Siz de bu büyülü dünyanın bir parçası olmak istiyorsanız, ihtiyacınız olan tek şey biraz cesaret ve sizi yarı yolda bırakmayacak rahat bir çift dans ayakkabısı.